Fatih ÇOLLAK / Tashihi Huruf

KEFFARETLER

YEMİNLER

EVLİLİK

BOŞANMA

SİYER-İ NEBİ

TEMİZLİK / TEHARET / DİYANET(DİB) FETVALARI

ADAK VE YEMİN / DİYANET(DİB) FETVALARI

DUA VE ZİKİR / DİYANET(DİB) FETVALARI

KADINLARA ÖZEL HALLER / DİYANET(DİB) FETVALARI

MİRAS VE VASİYET / DİYANET(DİB) FETVALARI

YİYECEKLER ve İÇECEKLER / DİYANET(DİB) FETVALARI

BİDAT VE HURAFELER / DİYANET(DİB) FETVALARI

10.200 SORULU-CEVAPLI MÜLAKAT SORULARI

1-Kur’an-ı Kerim ile ilgili SORULAR VE CEVAPLAR

2-Tecvid ile ilgili SORULAR VE CEVAPLAR

3-Tefsir ile ilgili SORULAR VE CEVAPLAR

9-Hadis ile ilgili SORULAR VE CEVAPLAR

12-Kelam ve Akaid ile ilgili SORULAR VE CEVAPLAR

14-Hac ve Umre ile ilgili SORULAR VE CEVAPLAR

16-Peygamberler ile ilgili SORULAR VE CEVAPLAR

21-Siyer-i Nebi ile ilgili SORULAR VE CEVAPLAR

28-Genel Kültür ile ilgili SORULAR VE CEVAPLA

İslam Ahlakı İle İlgili Kavramlar

İSLAM AHLAKI İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

&Âdâb: Edep kelimesinin çoğulu olan âdâb; dinin gerekli gördüğü ve aklın güzel bulduğu bütün söz ve davranışları ifade eder. Edepler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak olarak tarif edilen kavramdır

&Adab-ı Muaşeret: Görgü Kuralları demektir. Kişinin dikkat etmesi gereken kurallara denir. Kişinin toplum içinde dikkat etmesi gereken kurallara nedir. Başkalarıyla hoş geçinme usûlü, başkalarına karşı terbiyeli ve nezaketli davranma edebi.

&Adâvet: Bir şeye tecâvüz etmek, haddi aşmak ve kötülük etmek anlamındaki “a-d-v” kökünden türeyen adâvet, “düşmanlık ve zulmetmek” demektir.

&Adüv: Zulmetmek, haddi aşmak, vazgeçir-mek anlamındaki “a-d-v” kökünden türeyen adüv düşman demektir.

&Af(afv): Sözlükte “bir şeyi yok etmek, izini gidermek, silip süpürmek; fazlalık, artık” gibi anlamlara gelen afv, bir ahlâk terimi olarak da cezalandırmaktan vazgeçmek” anlamlarında kullanılmaktadır.

&Afüvv: Silmek, gizlemek, bağışlamak, affetmek hakkından vazgeçmek anlamındaki a-f-v kökünden türeyen ve âfî kelimesinin mübalağalı şekli olan afüv çok affeden, çok bağışlayan demektir.

&Ahid: Ahid kelimesi mastar olarak “bir şeyin yerine getirilmesini emretmek, tâlimat vermek, birine söz vermek” anlamına gelir.

&Ahidnâme: Söz vermek, yemin etmek, ısmarlamak, vasiyet etmek, emanet vermek ve zimmetine almak anlamlarına gelen ahid kelimesi ile Farsça mektup, kitap anlamındaki nâme kelimelerinin birleşiminden meydana gelen bir isimdir. Sözlükte “sarp yokuş, dağdaki aşılması zor dik geçit” anlamına gelmektedir.

&Ahde Vefâ: Sözünde durma, verdiği sözlere bağlı kalma, özü ve sözü doğru olma anlamına gelen ahde vefâ, İslâm ahlâkının en önemli prensiplerinden biridir.

&Ahlâk: Bir kişinin iyi veya kötü olarak nitelenmesine sebep olan manevî değerleri, huyları ve bunların tesiri ile ortaya koyduğu davranışların bütünüdür.

&Ahlâk-ı Hasene(Ahlâk-ı hamîde): Güzel huy (ahlak) demektir. Dînin ve aklın beğendiği huylara denir.

&Ahlâk-ı Zemîme(Ahlâk-ı seyyie): Kötü ahlâk (huy) demektir. Dînin ve aklın beğenmediği huylara denir.

&Ahrâr: Kendilerini (özgür, soylu) diye niteleyerek başka zümrelerden üstün gören mütegallibe(zorba). 

&Ahlâm: Hilim kelimesinin çoğuludur.(bkz. hilm) 

&Alay: Bir şeyle veya bir kişiyle eğlenmek, insanları hafife almak demektir.

&Âmîn: Yüce Allah’ın kabul etmesini temenni amacıyla dua sonunda “Ya Rabbi kabul buyur” anlamında söylenen bir sözdür.

&Antropoloji: Irk bilimi olarak da bilinir. Fakat Antropologlar ırk gözetmeksizin tüm toplumları kültürleri, insan kalıntılarını ve fiziksel, biyolojik yapılarını inceler. İnsanın iskelet, kafatası gibi fiziki yapısını araştıran antropoloji, insanlık tarihinin en eski dönemlerinin aydınlatılmasına yardımcı olur.

&Anane: Bir şehir ve memleketteki insanların, yapa geldikleri usuller, gelenekler, alışılmış şeyler, örf, adettir.

&Arrâf: Herkesin farkına varamayacağı gizli ve karmaşık olan hususları doğuştan sahip bulunduğu bir kabiliyetle hisseden, kazandığı deneyimlerle de gelecek hakkında önceden tahminlerde bulunan kimse demektir.

&Âmil: Hz. Peygamber, Arap Yarımadası’nın çeşitli bölgelerine, şehirlere ve bazı kabilelere valiler tayin etmiştir. Kaynaklarda bunlara “emîr” ve “âmil” de denilmektedir.

&Ammuenes (Umyânis): Câhiliye döneminde Havlânîler’in taptıkları putun adı.

&Arab-ı Âribe: Asıl Araplar bunlardır. Kahtânîler adı verilen bu grubun esas vatanı Yemen’dir. Bunlara Güney Arapları da denilir.

&Arab-ı Müsta’ribe (veya Mütearribe): Aslen Arap olmayıp, sonradan Araplaşan kabilelerdir. Bunlara, Hz. İsmail’in neslinden oldukları için İsmâîlîler; Hz. İsmail’in torunlarından Adnan’ın neslinden türedikleri için Adnânîler de denir.

&Arab-ı bâide: Eski devirlerde yaşamış, ancak daha sonra yok olmuş Araplardır. Âd, Semûd, Medyen ve Amâlika gibi.

&Arab-ı bâkiye: Soyları devam eden Araplardır.

&Arab-ı Müsta’ceme: Acemleşmiş Araplar. Başka soylarla karışmış Araplar.

&Ateh: Bir çeşit akıl eksikliği ve zayıflığı hali.

&Amelî ahlak: Pratik, uygulamalı ahlâk demektir.

&Asabiyet: Kabile üyeleri arasında kayıtsız şartsız dayanışma yasasını ifade etmekte ve Arap’ın hayatına yön veren, ahlâkî zihniyet ve değerlerine hâkim olan Câhiliye ruhunu yansıtmaktdır.(ırkçılık) 

&Batar: Sözlükte “neşelenmek, sevinmek, nimetin çokluğundan hayret edip şaşırmak, nimet ile azmak, şımarmak, nimete şükretmemek, kibir, gurur, sevinme ve övünmede haddi aşmak” anlamlarına gelir.

&Berr: İtaat, ibadet ve iyilik etmek, ibadeti kabul etmek, yeminine sâdık olmak, demektir.

&Bey’atürrıdvân: Kâbe’yi tavaf etmek için Hz. Osman’ı elçi olarak Mekke’ye gönderdi Mişriklerin Hz. Osman’ı öldürdükleri dedikodusunu duyunca sahabeden “ölüm üzerine” biat(söz) alması.

&Beytü’l-Makdis: Yahudilerin Kıblesi. Hz. Peygamber Kâbe kıble olarak belirtilmeden önce başlangıçta namazlarda onların kıblesi olan Beytü’l-Makdis’e yönelmiştir.

&Beytü’l-Midras: Yahudi kabilesi olan Kaynukâ’oğullarının hem okul, hem de mahkeme salonu olarak kullandıkları yer. “Hz. Peygamber Beytü’l-Midras’ın önünde onları İslâm’a davet etti.

&Bey’: Satım akdinin Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetleri istikametinde düzenlemesi.

&Büyû: Hadis literatüründe Hz. Peygamber’in satım akdi uygulamalarını ve sözlerini içeren özel bölümler.

&Bi’r-i Maûne fâciası: Uhud savaşından dört ay sonra Safer 4/Temmuz 625’te Müslümanları üzüntüye boğan bir olay olan Bi’r-i Maûne fâciası meydana geldi.

&Birr: Sözlükte “iyilik, doğruluk, itaat, hayır ve hasen” anlamlarına gelen davranışlara denir.

&Çoban(rai): Sorumluluğu altında olan herhangi maddi veya manevi bir şeyi görüp gözeten ve onu en güzel şekilde muhafaza eden kimse manasına gelir.

&Çapul: Mal elde etmek için adam öldürme anlamına gelir. (Kur’an çapulu kamu malı yeme olarak görmüştür.

&Cübn: Kelime olarak korkaklık anlamına gelir.

&Cidâl: Kavga etmek, münakaşa etmektir. Güzel ahlaka yakışmayan tavır ve hareketlere denir.

&Diğerkâmlık: “Başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme” ya da “diğer insanlara maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışma ve ‘bencillik karşıtı hareketlerde bulunma” olarak tanımlanan bir kavramdır.

&Edep: Ziyafete davet etmek anlamındaki “edb” veya zarif ve edepli olmak anlamındaki “edeb” masdarından isimdir. Sözlükte “davet, incelik ve kibarlık, iyi tutum ve davranış, takdir ve hayranlık” gibi anlamlara gelmektedir. Utanılacak şeylerden insanı koruyan hale, güzel huylarla vasıflanmaya ve güzel huylu olmaya denir.

&Edip: Bir şey hakkında bilgilendirilmiş kişi demektir.

&Etik: Köken olarak Eski Yunan’a kadar gider Ahlak, ahlakla ilgili demektir

&Emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker: İyiliği emredip kötülüğe karşı çıkma demektir.

&Ennefsü’l-levvâme: Vicdan duygusu insanı kötülük yapması halinde kınayan bir güç demektir.

&Ensâb: (Tekili Neseb)Neseb ilmine denir.

&Fahr ve Tefâhur: Kibir, gurur, soyluluk ve üstünlük yarışı demektir.

&Fâcir: Kendisi günahlarla kirlenmiş kişi demektir.

&Feraset: Müslümanların zihin uyanıklığı haline, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyetine, bir insanın ahlak ve davranışlarını yüzünden anlama haline denir.

&Fücûr: Sözlükte “açmak, yarmak, meyletmek, haktan sapmak, yalan söylemek, zina etmek, isyân etmek” demektir.  Bütün kötülükleri ifade eder. Takvâ’nın zıttıdır.

&Fütüvvet: Sözlükte “gençlik, kahramanlık, cömertlik, Delikanlılık, yiğitlik” anlamına gelmektedir.

&Fukarâ-yı Sâbirîn: Dilenmeyip sabreden ve şerî’ate (İslâmiyet’e) uyan fakirler.

&Hâcî (Hâciyyât): İnsanların yaşantılarını kolaylık içinde ve sıkıntıya düşmeden sürdürebilmek için muhtaç oldukları şeyler demektir. 

&Halîm: Hilim sahibi anlamına gelir.

&Hased: Başkasının sahip olduğu nimeti kıskanmayı ve bu nimetin o kimsenin elinden gitmesini istemeyi ifade eder.

&HaseneGüven, sıhhat, mal, servet, zenginlik, bolluk, fetih, zafer, ganimet, makam… gibi insanın hoşuna giden her türlü maddî ve manevî iyiliklere ve nimetlere denir.

&Hasenat: İyi amellere, yapılan iyiliklere denir.

&Haşyet: Sevilmeyen şeylerin kendisinden değil onlara sebep ve kaynak olan varlıklardan korkmaktır.

&Havf: Allahü teâlâdan korkmak demektir. Olması şüpheli bir zararın meydana gelmesinden korkmaktır. Savunma anlamı yoktur. Sevilmeyen (mekrûh) bir şeyle ve o sevilmeyen şeyin terk edilmesiyle alakalıdır.

&Hazer: Vukû bulması şüpheli olsun ya da olmasın her türlü zarardan sakınmaktır (daima ihtiyat halinde bulunmak). Zarara karşı savunma söz konusudur.

&Harras: Zan ve tahmine dayanarak, bir delili olmaksızın fikir beyan etme. Yalan söyleme. Harras:  Çok yalan söyleyen, yalan söylemeyi adet haline getiren

&Haya:  Utanma, hicap, ar, namus duygularını çirkin şeylerden nefsin arındırılması, edebe aykırı bir işin ortaya çıkmasından kalbin duyduğu rahatsızlığa, sıkıntıya denir. İnsanda yer ettiği zaman onu şüpheli şeylerden alıkoyar. İşte bu da vera ya da takvâdır.

&Hevâ: İnsanın iyi ve kötü konusunda doğru seçim yapmasını ve akla uygun davranmasını önleyen nefsânî arzular.

&Hüsnü Zan: Bir iyiliğin üzerine inanç beslemeye, güzel düşünmeye denir.

&Hüsn-ü İhtiyar: Kendisindeki hayır cihetini keşfetmesi demektir.

&Hukukullah: Allah hakları demektir. 

&Hukuku ibâd: Kul hakları demektir. 

&Hukuku âdemiyyîn: İnsan hakları demektir. 

&Hıkd: Başkasından nefret etmek, ona karşı kin beslemektir.

&Hıfz-ı Lisan(Dili korumak): Dili gereksiz şeylerden koruyup, ihtiyaçtan fazlasını boş yere konuşmamak haline, malayani denilen faydasız şeylerle uğraşmak ve ağza her gelen şeyi söylemek gibi hallerden kaçınmaya denir.

&Hicr: ‘’Beğenmediği kimselere dargın durumak, onlarla olan dostluğunu bırakmaktır.’’ Hâlbuki müslümanın, üç günden fazla dargın durmaması gerekir.

&Hikmet: “Bütün özel bilgi alanlarını kuşatan doğru, yararlı, kapsamlı ve derin bilgi; ilâhî gerçekleri,  özellikle Kur’an’ın yüksek anlamını kavramaktan doğan bilgi; İslâm dininin ilkelerine inanmak ve bunlara uygun yaşamakla gerçekleşen üstün hayat  tarzı, Hz. Peygamber’in müslümanlar  için doğru bilgi ve erdemli yaşayış  kaynağı  olma  değeri  taşıyan  sünneti” gibi anlamlara gelir.

&Hilim: Akıl ve kültürle kazanılan, insan ilişkilerinde sabırlı, hoşgörülü, bağışlayıcı, uzlaşmacı ve medenî davranışlar sergilemeyi sağlayan ahlâkî erdem. (hilim kelimesinin zıttı Cahillik) 

&Hüsn-ü Zan: Bir iyiliğin üzerine inanç beslemeye, güzel düşünmeye denir. Bir kimsenin veya hadisenin iyiliği hakkındaki vicdani kanat olarakta ifade edilir.

&Husn-i Hatime: Güzel zan, imanla ölmek demektir.

&Gasp: Başkasına ait olan bir malı zor kullanarak almaya denir.

&İfrat: Haddi aşmak ve aşırıya kaçmak anlamına gelmektedir.

&İffet: “İnsanın arzularını,  tutkularını aklının ve inancının kontrolünde tutarak, Allah ve insanlar nezdinde kendisini küçük düşürecek davranışlardan sakınmasını sağlayan bir erdem” anlamındaki iffet kavramının Kur’ân-ı Kerîm’de, “hayâ, vakar, kişinin kendi şahsiyet ve onurunu koruması” şeklinde yorumlanabilecek bir konumda kullanıldığı görülmektedir

&İhsan: Bağışlama iyilik etme, hayır olarak yapılması uygun olan bir şeyi yapmaya denir. Allah Teâlâ’yı görüyormuş gibi O’na ibâdet etmendir. Şayet sen O’nu görmüyorsan bile, O seni görmektedir.

&İhlâs: Yapılan her şeyin sırf ALLAH (c.c.)’ın rızası için yapmaya, gösterişten uzak amele denir. Herhangi bir iş yada ameli güzel bir niyet, saf bir kalple yapmak ve o işe başka bir şey karıştırmamaktır.

&İstişare(Müşavere): Danışmak, bir işin hayırlı olup olmadığını anlamak için uygun görülen kimselerle görüşüp fikirlerini almaya denir.

&İstihfaf: Küçük ve aşağı görme, ehemmiyet vermeme, küçümseme, birisini hafife alma anlamlarını gelir.

&Îsar: Kendi ihtiyacı olduğu halde muhacir kardeşini kendine tercih eder.

&İstitaat: Bir fiili yapma yada terk etme gücünü ifade eder.

&İhtikâr: Karaborsacılık. Malı stok ederek talebi artırmak suretiyle malın pahalanmasına sebep olmak ve fiyatlar yükselince malı satarak aşırı ve haksız kazanç elde etmek demektir. 

&İstikamet: Allah’ın buyruğuna uygun şekilde doğru, dürüst ve temiz kalpli olma haline denir. 

&İfsad: Kur’ân-ı Kerîm’de genellikle bir ülke veya beldedeki huzursuzluk ve kargaşa ortamı kelimelerle ifade edilerek ifsadın kötülüğü vurgulanır. 

&Islah:  Kur’ân-ı Kerîm’de genellikle barış ve güvenlik ortamı, faydası ve gerekliliği vurgulanır. 

&Îtidâl: Bir şeyin ayakta durmasını sağlayan dengeyi en güzel şekliyle muhâfaza etmektir. 

&İnfak: Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amacıyla kişinin kendi servetinden harcamada bulunması, ihtiyaç sahiplerine aynî ve nakdî yardım etmesi anlamına gelir.

&Kanaat: Kısmete rıza göstermek, israftan kaçıp orta bir halde hareket etmektir. “Kanaat tükenmez bir hazinedir”

&Karz-ı Hasen: Çıkar gözetmeksizin Allah’ın rızası için ödünç para vermektir. Çarşıda benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zaman sonra, aynısı geri verilmek üzere verme demektir.

&Kibir: Kendini başkasından üstün göstermek demektir. Müslümanların kalbinde zerre kadar dahi bulunsa cennete girmelerine mani olan günaha nedir.

&Gıpta Etmek: İmrenmek demektir. Başkalarındaki iyi özellikleri kıskanmayıp, bizim de bu iyi özelliklere sahip olmaya çalışmalıyız Örneğin, sınıfımızdaki başarılı ve terbiyeli bir arkadaşımızı örnek almamız, onun gibi başarılı ve dürüst olmayı istemeye denir.

&Mahv: İnsanın hayvanî arzuları ve vasıflarını yok etmesine denir.

&Malayani: Boş şey, lüzumsuz olan şeyler demektir.

&Meveddet: Salt bir sevgi değil, arzu ve istekle birlikte sevmek demektir.

&Musadere: İslam hukukunda mal varlığına devletin el koyması anlamına gelen bir kavramdır.

&Muhlis: Hem kendisi Salih ameli yapan hem de bu işin yapılmasına yardımcı olandır. Muhlis; Islah eden / düzeltmeye çalışan anlamına gelir.

&Mütemim Cüz: Ahlakın İslam dininin ‘’tamamlayıcı parça’’ anlamına gelir.

&Müsâleme: İslâm kelimesi ile aynı kökten gelmektedir “çatışma ve zıtlaşmayı ortadan kaldırarak uyuşmak, anlaşmak, birbirinden emin olmak, dostça münasebetler kurmak” manalarına gelir.

&Müeddib: İlim ve edeb öğreten, terbiyeci. Bir çocuğun hem eğitimine, hem de öğretimine memur edilen özel öğretmen anlamlarına gelir.

&Muâhid: Zulum etmek demektir.

&Mürüvvet: Cahiliye döneminde geniş anlamıyla yiğitlik ve mertliğin en ileri düzeyi olarak algılanıyordu. 

&Mütegallibe: Zorba, zorba takımı gibi manalara gelir.

&Müdârâ: İlişkilerin kötüye gitmesini önlemek maksadıyla, huzursuzluk çıkarıp zarar verecek insanlar karşısında durumu idare edip vaziyeti kurtarma anlamına gelir.

&Müdâhene: Gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak, dalkavukluk yaparak, birinin gönlünü alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir.Rezilet(erdemsizlik)

&Muhteris: İhtiras sahibi, hırslı kişiler için kullanılır. 

&Nazarî ahlak:  Teorik, kuramsal ahlâk demektir. 

&Natık Heyevan: Düşünebilen ve konuşabilen canlı anlamına gelir.

&Nemime: Söz gezdirmek, koğuculuk yapmak, bir kimse aleyhine söylenen sözleri bir kötülük maksadı ile o kimseye ulaştırmak gibi yapılan çirkin huya denir.

&Nesep: Aile bağına nesep denir.

&Nifak: İkiyüzlülük ve arabozuculuğa denir.

&Nikâh-ı mut’a: Süreli nikâh demektir.

&Nikâh-ı bedel: Eşleri karşılıklı değiştirme demektir.

&Nikâh-ı istibdâ’:Bir erkekten çocuk sahibi olmak için eşi ona sunma demektir.

&Nikâh-ı makt: Büyük oğlun babasının ölümünden sonra üvey annesiyle evlenebilmesi demektir.

&Nikâh-ı şığâr: Başlık ve mehir vermemek için kızların değiştirilmesi demektir.

&Objektif Ahlak: Sırf vecibe yükleyen (yükümlülük getiren) ve hak talebine imkan vermeyen beşeri ilişkileri düzenleyen kurallar objektif ahlak kuralları olarak anılmaktadır. Bir insanın diğer insanlara yalan söylemesi gibi.

&Rezîlet: Faziletten sayılan hikmetin, şecaatin  ve iffetin zıddı olan, değersizlik, bozukluk,  alçaklık ve erdemsizlik anlamına gelen bir kavramdır.

&Reca: Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemektir.

&Rıfk: Yumuşaklık demektir.

&Riya: Gösteriş demektir. Bir işi gösteriş için yada bir maddi yarar maksadıyla yapmaktır.

&Summum bonum: Hayırların hayırı manasıda Romalıların kulladıkları bir tabirdir. “övülmeye değer her şey” demek olan bu kavramın dengidir. 

&Sabır: Acıya katlanmak, bedene uygun düşmeyen hallere telaş göstermeden karşı koymak olan faziletli hale ve başa gelen belalara “imtihandır” diyerek üzülmeden sonunu beklemeye denir. 

&Sabr-ı Cemil: Güzel sabır anlamlarına gelir.

&Sâdık: Doğru, gerçek, güvenilir ve emin anlamlarına gelir.

&Sâlihîn, Sâlihûn: Kur’ân-ı Kerîm’de iyilikle barış, iyi müslüman olmakla barışçı olmak anlamında kullanılmıştır. 

&Sulh, Sâlih, Sâlihât: Kur’ân-ı Kerîm’de Barış anlamında kullanılmıştır. 

&Seyyiat: Kötülükler, günahlar ve suçlardır.

&Suizan: Her şeyde bir art niyet aramaya, yanlış düşünüp yanlış yorumlamaya denir

&Sübjektif Ahlak: Kişilerin kendilerine dönük davranışlarını düzenleyen fıkhi hükümler, konu bakımından sübjektif ahlak kurallarını da içermektedir. Sübjektif ahlak kuralları kişilerin sırf kendilerini ilgilendiren ve öden niteliği taşıyan davranışlarını düzenler. Mesela bir kimsenin, başkalarının hakkını ihlal etmemek koşuluyla, kendisini yaralaması ya da intihar etmesi fıkhi bakımdan haram sayılmakta, subjektif ahlak kuralarınca da kınanmaktadır.

&Şükür: Yapılan iyiliğin kıymetini bilmek, takdir etmek, söz ya da işle memnuniyet göstermeye denir. Karşıtı Küfran-ı Nimet (Nimeti inkârdır.)

&Şecaat: Yiğitlik, kahramanlık, kalp metinliği, gerektiğinde tehlikelere atılabilme özelliğidir. Gadabın, sert davranmanın lüzumlu miktarına şecaat denir

&Suizan: Her şeyde bir art niyet aramaya, yanlış düşünüp yanlış yorumlamaya denir.

&Sıla: İyilik ve akraba ilişkilerini koruyup kollamak demektir. Edep/adabi fezail, isti’zan, rikak ve zühd ölümlerinde yer alır.

&Sıla-i Rahim: Akrabayı arayıp sormak, kusurlarını bağışlamak, ihtiyaçlarında yardım etmek, onlarla görüşmek, sohbet etmek ve ziyaretlerinde bulunmaktır.

&Sıddîk: Doğruluk ve dürüstlük erdemine sahip olan kişi.

&Şematet: Başkasına gelen belaya, zarara sevinmektir.

&Şuhh: Başkasının elindekine göz dikmek, fakire vermeyi sevmemektir.

&Tahsînî (Tahsîniyyât veya Kemâliyyât):  Üstün ahlâka, güzel âdetlere ve olgun insan olmanın gereklerine uygun düşen her türlü durum ve davranışı içine alır. 

&Takvâ: İnsanın, ibadet ve güzel işler yaparak kendisine acı verecek durumlardan korunması. Allah’ın buyruklarına uyup yasakladığı şeylerden titizlikle kaçınmayı ifade eder. 

&Tahassüs: Göz ve kulak ile bir başkasını murakabe etmek.

&Tehevvür: Gadabın yani öfkenin, sertliğin aşırı ve zararlı olmasına Tehevvür, (atılganlık) denir. Tehevvür sahibi hiddetli, sert olur. Bunun aksine kazm, hilm, yumuşaklık denir.

&Tecessüs: Başkasının haberlerini düşünmek ve araştırmak demektir. Gizli halleri araştırmak demektir.

&Temeddün (Medine): Çeşitli mesleklere mensup insanların ihtiyaçlarını yardımlaşarak karşılamak suretiyle bir arada yaşadıkları yer anlamına gelir.

&Tezellül: Tevazuunun aşırı miktarına tezellül denir. Bayağılık, kendini aşağı tutmak denir.

&Teşmit: Aksırdığı zaman Elhamdülillah diyen kimseye “Yerhamükellah: Allahü teâlâ sana merhâmet etsin” demek.

&Tezkir: Doğruyu ve yanlışı hatırlatma anlamına gelen vaaz ile ilgili bir kavramdır.

&Tevessül: Arapça vesile kelimesinden gelmektedir. Vesile; derece yakınlık, şefaat, başkasına yaklaşmak için vasıta kılınan şey manalarına gelir

&Tevazu: Kibirin tersi olan kelimedir. Kendini olduğundan aşağı göstermek manasınadır. Alçak gönüllülüktür. Böyle olan kişiler kendisinden aşağı olan kişileri küçük görmezler ve akranları arasında büyüklenmezler. Her şeyi ben bilirim, en iyi ben bilirim demezler. Hatta bazen toprak gibi mütevazi olurlar.

&Tevekkül: Allah (c.c.)’a güvenmek, kulluk görevini yaptıktan sonra başarıyı Allah’tan beklemek ve insan gücünün yetişemediği şeyleri Allah (c.c.)’a bırakıp ümitsizlik ve keder içine düşmemeğe denir.

&Teenni: Kararlılık, ağır başlılık anlamlarına gelir.

&Te’dib: Birini bir konuda bilgilendirme demektir.

&Ümmü’l-Habâis: Bütün kötülüklerin anasıdır. Alkollü içkiler anlamına gelir.

&Üns: Ünsiyet etmek, başkalarıyla ilişki kurmak, insanlarla beraber yaşamak demektir. İnsan kavram olarak bile üns kökünden türemiştir.

&Üsve-i hasene: Güzel örnek anlamına gelir.

&Ülfet: Toplumsal barış, uzlaşma ve kaynaşma demektir.

&Ucb: Kusurlarını görmeyip, ibadet ettiği için kendini ve ibadetlerini beğenmek, başkasından kendini üstün bilmektir. Buna egoizm de denir.

&Vasat Ümmet: Adaletli ümmet demektir. 

&Vakar: İnsanlara karşı hem büyüklük taslamamayı hem de hafifliğe ve zillete düşmemeyi ifade eden bir kelimedir.

&Vera: Günahtan ısrarla kaçmak ve çekinmek harama düşme endişesiyle şüpheli şeylerden kaçınmaktır.

&Velime: Velime, ziyafet manasına gelmektedir Rasulullah(s.a.v) beş şey için velime verilmesini tavsiye etmiştir:  Evlenmek, yeni doğan çocuk, çocuğun sünnet edilmesi, yeni ev almak, hac seferinden dönmek

&Zarûrî (Zarûriyyât): Din, akıl, can, mal ve nesil (ırz) dinî hükümlerin ana gayesini, fert ve toplumların varlıklarını koruyabilmesi için kaçınılmaz olan değerleri temsil eder.

&Davet:Çağırmak, gelmesiyle kabul etmesini istemek, davet, hem Allah yoluna çağırmayı hem de İslam’ın hükümlerini, emir ve yasaklarını insanlara en güzel şekilde anlatmaktır. Rehberlik açısından davet ise İnsanların öğrenme ve ikna olma ihtiyacına yönelik dini danışma ve rehberlik yöntemidir.

&Dall ve Delil:Bir işe öncülük eden, işi nasıl yapacağını bilmeyenlerin önüne düşerek rehberlik edenlere verilen isimdir. (Hac da rehberlik yapanlara delil isminin verilmesi bundandır)

&Delalet:Yol bilmeyenlere yol göstermek, tarif etmek, kişiye seyahatinde veya işinde kılavuzluk etmek ve rehberlik de bulunmaktır.

&Diaye:Davet ile aynı köktendir. Propaganda anlamına gelir.

&Diaye:Bilinmesi kabul edilmesi istenen herhangi bir düşüncenin, fikrin, kanaatin, muhatabın dikkatini çekerek en güzel şekilde tanıtmak  demektir. ‘Rabbinin youna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde tartış’(Nahl 16/125)

&Diğergamlık(İsar):başkalarınıda düşünmek, onların haklarını ve menfaatlerini kendinden öncetutmak

&Dindarlık:Belli bir dinin inanç ve öğretilerinin belli bir zaman ve şartlarda belli bir kişi, grup yada topluk tarafından yaşanmasıdır.Yaşanan dindir,dinin hayata geçirilerek bir fiil yaşanan biçimidir.

&Feragat(Fedakarlık):İnsanın gerektiğinde kendi canından bile vazgeçmesi, herşeyini Allah yolunda feda etmek, ideali uğruna sahip olduğu her şeyden vaz geçmektir.

&Hasbilik:Din hizmetlerinin karşılık ve menfaat beklenmeden yapılması (has-beten lillah, rızaen lillah) anlamına gelir.

&Hidayet:Yol göstermek, birisinin doğru yolu bulmasına, doğru yola iletilmesine kılavuzluk etmektir.

&Hikmet:Ustalıklı ve anlamlı söz söyleme demektir.

&Hüda ve Had:Yol gösteren,rehber ve kılavuz anlamlarına gelir.

&İhlas:İbadetleri sadece Allah-ü Teala’nın hoşnutluğunu kazanmak için yapmaya nedir.

&İstikamet:Kullukta sapmadan yürüyüş.Bu mertebe kerametten daha üstün kabul edilmiştir.

&Rüşd:Olgunluk Kur’an’ı Kerim’de Rüşd, Reşed, Reşad, Raşid, Reşid, Mürşid de Rüşd kökünden gelir. İnsanlara hak yolu göstermek, eksikleri gidermelerine yardım etmek ihatalarını düzeltmek suretiyle olgunlaştırmak, doğru yola sevk etmek ve nasihatte bulunmaktır. Sorumluluk alacak olgunluğa erişmeye rüşd çağı, bu çağa gelmiş olana reşid, onlara rehberlik edene Raşid ve Mürşid denir.

&Müşavere(Danışma):Bir konu üzerinde karşılıklı görüş bildirme,görüş alış-verişinde bulunma. Kur’an’da Müslümanların nitelik ve hareket tarzlarından biri olarak sunulur. Şura ve istişare, müşavir, müsteşar kelimeleri de aynı köktendir.

&Müşavir:Danışman demektir. Müsteşar ise danışılan kişi anlamına gelir.

&Mürşid-rehber:İrşad ve rehberlik göreviyle görevlendirilenlere denir.

&Muhtesib:Devlet tarafından asyiş ve düzeni sağlamakla görevlendirilenlere denir.

&İhtisab:Günümüzün kolluk-güvenlik güçleri anlamına gelir.

&Nasihat:Tatlı söz, öğüt-karşısındaki kişinin iyiliğini istemek ve ona karşı samimi davranmak. Peygamberlerin kendilerini nasih(nasihat eden) olarak nitelendirmeleri bu sebeptendir.

&Tavsiye:Doğruyu ve gerçeği telkin etmek(Asr suresi ve birçok ayette geçer)

&Ta’lim:Öğretmek demektir. Tebliğ ise Allah’ın emirlerini kullarına duyurmak, bildirmek anlamına gelir.

&Seha ve cüd:Cömertlik eli açık olmak demektir. En ideal şekli isar’dır.

&Vaaz-Mev’iza:Nasihat etmek, öğüt, ders vermek demektir. Ayrıca Emri bil maruf, Nehy-i ani-l münker, tenbih, adab-ı maşeret ve tezkiye de rehberlikte kullanılan kavramlardandır.

&Sadakat:özü-sözü biridoğruluktan ayrılmayan,verdiği sözde duran

&Hoşgörü:Müsamaha ve tolerans yani başkalarının inanç,düşünce ve duygularına karşı saygılı ve anlayışlı olmak

&Taassup:Başkalarının kendisi gibi düşünmesini sağlamak için cebir ve şiddet kullanmaya çalışmak